Kaptanın Seyir defteri
1.Gün
-part:3-
Burda bir mola verip manzara eşliğinde piknik yapmaya kararveriyoruz, bana kalsa hemen geri dönelim derim ama hiçbir şeyin bana kaldığı yok... 15 kişi yere yaydığımız sofra bezlerinin üzerine oturup eski usul bir piknik yapıyoruz...
Benim dışımda hiçbirinin aç olmadığını biliyorum çünkü hiçbirinin midesi yok, insanoğlu midesini kaybedeli çok oluyor heralde, çok sorun çıkardığı için ilaçlar yardımıyla asırlar öncesinde yeni jenerasyonların mideleri yok edilmiş, yalnızca zevk için yemek yiyorlar. Vücutlarını ayakta tutan şey besin değil midelerinin yerinde duran havayı enerjiye çevirme yeteneğine sahip bir araç. Benimse farklı olarak bir midem var, ne yapılırsa yapılsın midesi yok edilemeyen bir insan ırkından geliyorum...
Sevdiğim elleriyle yediriyor beni "Miden acıkmıştır." diye eklemeyi de ihmal etmiyor. Evet midem kesinlikle acıkmış durumda. Ayrıca tedirginlikten de düğüm düğüm vaziyeti... Sonunda piknik olayı bittiğinde yaklaşık bir saattir burada oyalandığımızı fark ediyorum. Gidiş yolunda en arkada yürüyen biz dönüşte en önde rehberin hemen yanında ilerliyoruz. Bir aksilik olmadan bu günübirlik tura son vermek istiyorum.
Oto-gemiye yaklaştığımızda ya da ben yaklaştığımızı düşünmeye başladığımda yeri göğü inleten bir sarsılma başlıyor. Birden çalıların arasından fırlayan kocaman bir yaratık çığlıklar eşliğinde tur rehberini boynuzları arasına alıp deli gibi uzaklaşmaya başlıyor. Tur rehberinin yanında duran bense sevdiğimin beni geri çekmesiyle son anda kurtuluyorum hayvanın gazabından.
Rehberin gitmesiyle tüyleri yolunmuş tavuk gibi dımdızlak ortada kalan turistler bir süre sonra bağrışıp ağlaşmaya başlıyor...
Rehberin bir anda oluşan boşluğunu kavramakta biraz gecikiyorum, sevdiğimin kara gözlerine endişeyle bakıyorum ve dudaklarımın arasından bir fısıltı gibi "tur kataloğunda bunun olduğunu hiç hatırlamıyorum." sözleri dökülüyor.
~~~ Uçuk Kaçik Hikayeler ~~~
24 Ocak 2013 Perşembe
8 Ocak 2013 Salı
Kaptanın seyir defteri ,
Kaptanın seyir defteri ,
1.Gün : part-2-
yazar:alice
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=476170599063593&set=a.458657697481550.125891.457363914277595&type=3&theater
Tur rehberi bay bol terli saatine bakıp yaklaşık on dakika sonra ozon tabakasını oluşturan gazların yeniden tepkimeye girip uB ışınlarını uzayda bırakacağını gülerek anlattıktan sonra, eve gitmek için yalnızca iki saatimiz kaldığını yoksa gezegendeki sistematik çalışan magma hareketleri sebebiyle ortaya çıkan sülfür gazından zehirlenip öleceğimizi komik bir şeymiş gibi ekliyor ve ben bu söylediklerinin acaba neden tur kataloğunda yazmadığını düşünüyorum... İçimden umarım bir terslik çıkmaz diye durmadan Allah'a dua etmeye başlıyorum... Her zaman pimpirikli biri olmuşumdur. Sevdiğimin elini elimde hissedince hepsi siliniveriyor zihnimden
Biraz rahatla ölecek değiliz." ona bakıp zorla gülümsüyorum umarım dediği gibi olur.
On dakika sonra ağacın yaprakları altından en son biz çıkıyoruz, ne olur ne olmaz belki ışınlar hâlâ atmosferde kol geziyordur... Havada ki sıcak biraz olsun erimiş gibi... Rehber sanki hiç çıkmayacakmışız gibi bizi ormanın derinliklerine götürmeye kaldığı yerden devam ediyor. İçimde dolanan başka bir gezegende olmanın verdiği endişe sürekli kalbimi tırtıklıyor.
Ağacın birinin dalından üstüme atlayan maymunumsu bir hayvanla beraber çığlığı basıyorum. Herkes bir anda başıma toplanıyor. Rehber gülerek maymuna benzeyen hayvanı okşayıp "zararı yoktur" diye söylerken hayvan üç tane yemyeşil kocaman açılmış gözüyle bana bakıyor. Yaratık zıplayıp dalların arasında kaybolurken yolumuza devam ediyoruz...
Gördüğüm hayvanın etkisini üzerimden atamamış bir vaziyette ağaçları ve çalıları her an üstüme bir şey atlayabilirmiş gibi temkinle süzerek ve sevdiğimin eline sıkıca sarılarak yeşil çorbanın içinde ağır aksak adımlarla yürüyorum... Hayvanın parlayan üç kocaman gözü hayallerimden silinmiyor ne yazık ki. Kâbuslarımdan fırlamış gibi.
Yol önümüzde uzayıp giderken içim yine tedirgin. Hiç bilmediğim yaratıklarla dolu hiç bilmediğim bu topraklarda kendimi fazlasıyla korumasız ve yabancı hissediyorum.
Sonunda yol bitiyor ve bizi nefeslerimizi kesecek kadar mükemmel bir manzara karşılıyor. Amazon nehrinin iki katı büyüklüğündeki bir kopyasını yapıp bu gezegene koymuşlar sanki. Tur rehberi anlatmaya baştan başlıyor
"Burası yeni oluşumlu bir gezegen olduğu için pek çok özelliğinin oturması milyarlarca yıl sürecek falan filan falan filan..."
Gözlerimi bu manzaradan alıp yanı başıma bakınca onun kara gözlerinin bu manzaradan daha güzel ve kesinlikle daha tanıdık olduğuna karar veriyorum....
1.Gün : part-2-
yazar:alice
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=476170599063593&set=a.458657697481550.125891.457363914277595&type=3&theater
Tur rehberi bay bol terli saatine bakıp yaklaşık on dakika sonra ozon tabakasını oluşturan gazların yeniden tepkimeye girip uB ışınlarını uzayda bırakacağını gülerek anlattıktan sonra, eve gitmek için yalnızca iki saatimiz kaldığını yoksa gezegendeki sistematik çalışan magma hareketleri sebebiyle ortaya çıkan sülfür gazından zehirlenip öleceğimizi komik bir şeymiş gibi ekliyor ve ben bu söylediklerinin acaba neden tur kataloğunda yazmadığını düşünüyorum... İçimden umarım bir terslik çıkmaz diye durmadan Allah'a dua etmeye başlıyorum... Her zaman pimpirikli biri olmuşumdur. Sevdiğimin elini elimde hissedince hepsi siliniveriyor zihnimden
Biraz rahatla ölecek değiliz." ona bakıp zorla gülümsüyorum umarım dediği gibi olur.
On dakika sonra ağacın yaprakları altından en son biz çıkıyoruz, ne olur ne olmaz belki ışınlar hâlâ atmosferde kol geziyordur... Havada ki sıcak biraz olsun erimiş gibi... Rehber sanki hiç çıkmayacakmışız gibi bizi ormanın derinliklerine götürmeye kaldığı yerden devam ediyor. İçimde dolanan başka bir gezegende olmanın verdiği endişe sürekli kalbimi tırtıklıyor.
Ağacın birinin dalından üstüme atlayan maymunumsu bir hayvanla beraber çığlığı basıyorum. Herkes bir anda başıma toplanıyor. Rehber gülerek maymuna benzeyen hayvanı okşayıp "zararı yoktur" diye söylerken hayvan üç tane yemyeşil kocaman açılmış gözüyle bana bakıyor. Yaratık zıplayıp dalların arasında kaybolurken yolumuza devam ediyoruz...
Gördüğüm hayvanın etkisini üzerimden atamamış bir vaziyette ağaçları ve çalıları her an üstüme bir şey atlayabilirmiş gibi temkinle süzerek ve sevdiğimin eline sıkıca sarılarak yeşil çorbanın içinde ağır aksak adımlarla yürüyorum... Hayvanın parlayan üç kocaman gözü hayallerimden silinmiyor ne yazık ki. Kâbuslarımdan fırlamış gibi.
Yol önümüzde uzayıp giderken içim yine tedirgin. Hiç bilmediğim yaratıklarla dolu hiç bilmediğim bu topraklarda kendimi fazlasıyla korumasız ve yabancı hissediyorum.
Sonunda yol bitiyor ve bizi nefeslerimizi kesecek kadar mükemmel bir manzara karşılıyor. Amazon nehrinin iki katı büyüklüğündeki bir kopyasını yapıp bu gezegene koymuşlar sanki. Tur rehberi anlatmaya baştan başlıyor
"Burası yeni oluşumlu bir gezegen olduğu için pek çok özelliğinin oturması milyarlarca yıl sürecek falan filan falan filan..."
Gözlerimi bu manzaradan alıp yanı başıma bakınca onun kara gözlerinin bu manzaradan daha güzel ve kesinlikle daha tanıdık olduğuna karar veriyorum....
26 Aralık 2012 Çarşamba
Gülüm..!
GÜLÜM..!
Elime
mürekkep bulaştı be gülüm..!
Kalem
ağladı benim yerime de. Kapkara akıttı gözyaşlarını kâğıdıma.
Beynimin
arka tarafında bir yer sus dedi diye susuyorum günlerdir.
Olmuyor…
Bilirim
olmayacak…
İster
bir titreyiş de sen buna ister başa dönüş…
Ben
sadece üşüyorum.
Kalemim
ağlıyor hala. Parmaklarımda mürekkep lekeleri…
Yıkasan
da geçmez onlar bilir misin?
Kir
değildir onlar.
Bir
hayatın kadere boyun eğişidir.
Diyemediklerini
dile getiriş şeklidir.
Bir
boynu büküğün hayata küsüşüdür.
Her
kalem ağlamaz be gülüm..!
Bizimkine
bakma sen. Sahibi gibi o da sulu göz çıktı.
Gözyaşlarıma
kan bulaştı, yanaklarımda iki siyah çizgi var artık.
Elimize
bulaşan kara mürekkepten bir nokta da yüreğimize düştü be gülüm..!
Bilmezler
yara sanırlar.
Bilmezler,
konuşup dururlar.
Sus
diyemezsin onlara. Onlar susmanın değerini bilmezler.
Kalemime
küfredenler nerden bilsinler be gülüm..?
Kalemim
benimle ağlar, benimle yaşar, benimle ölür…
Elime
mürekkep bulaştı be gülüm..!
Ölürüm…
Kaptanın Seyir Defteri
Kaptanın seyir defteri
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=473587502655236&set=a.458657697481550.125891.457363914277595&type=3&src=http%3A%2F%2Fsphotos-b.ak.fbcdn.net%2Fhphotos-ak-prn1%2F527209_473587502655236_1304591766_n.jpg&size=512%2C384
Kaptanın seyir defteri ,
1.Gün :
Sersemlemis güneşin rastgele yeryüzüne saldığı yavru ışınlardan kaçmak için gövdesi 15 kişilik grubumuzun toplam hacmine eşit büyüklükteki ağacın en az gövdesi kadar büyúk ve sıcaktan kıpkırmızı kesilmiş yapraklarının altına sığınıyoruz , tur rehberimiz günün bu saatinde bu gezegenin ozon tabakasinin delindigini ve zararlı isinlarin yeryüzünü delip gectigini söylerken ...
Ne demeye sevdiğim insanın sözlerine kapılıp buraya geldiğimi merak ediyorum ... Tur rehberi bu kavuran sıcağın altında yüzünde ki damla damla terleri etrafa ve bilhassa daha ii duyabilmek icin en öne geçmiş yaşlari bi hayli geçkin çinli çiftin yüzüne saçarak konuşmasını sürdürüyor ;
' bu altında durduğumuz ağaç bu gezegene adapte olup varlığını koruyabilen nadir bir türdür. Yaprakları bir ozontabakasi gibi işlev..
Görür ve bu ultra viyole ışınları yapraklarının altına geçirmez ...' Kalabalığın onu şevkle dinlediğini sanan rehber konuşmasına heyecanla devam ediyor 'uzmanlar bunun odunsu boruların topraktaki keratini sentezleyip yaprağa besin olarak vermesinden kaynaklandığını söylüyor' grupta onu dinleyen yalnızca çinli çift var gibi görünüyor ama adam bunu bir türlü anlamak istemiyor . Boğazını kaplayip onu bogacakmis gibi Görünen terlere rağmen devam ettiriyor konuşmasını ... O bir sürü ıvır zivirdan daha bahsederken ben sevdiğimin etrafta dolaşan kara bakışlarında sabitliyorum bakışlarımı , sonunda gözleri benimkileri bulduğunda ses tellerimi işe davet ediyorum , dudagimi büzüp ' dünya da buz gibi kış dururken bu cehennemde ne işimiz var ?' Diye suruyorum , gülümseyerek bütün dengemi alt üst ediyor 'sonunda milletin Dır dırındn kurtulduk işte fena mı ' dediğinde kelimeleri yakalamakta güçlük cekiyorum , zorla gulumseyip dudaklarımin arasından anlamli bir kaç ses çıkarmayı basariyorum 'haklisin'
Yazar:alice
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=473587502655236&set=a.458657697481550.125891.457363914277595&type=3&src=http%3A%2F%2Fsphotos-b.ak.fbcdn.net%2Fhphotos-ak-prn1%2F527209_473587502655236_1304591766_n.jpg&size=512%2C384
Kaptanın seyir defteri ,
1.Gün :
Sersemlemis güneşin rastgele yeryüzüne saldığı yavru ışınlardan kaçmak için gövdesi 15 kişilik grubumuzun toplam hacmine eşit büyüklükteki ağacın en az gövdesi kadar büyúk ve sıcaktan kıpkırmızı kesilmiş yapraklarının altına sığınıyoruz , tur rehberimiz günün bu saatinde bu gezegenin ozon tabakasinin delindigini ve zararlı isinlarin yeryüzünü delip gectigini söylerken ...
Ne demeye sevdiğim insanın sözlerine kapılıp buraya geldiğimi merak ediyorum ... Tur rehberi bu kavuran sıcağın altında yüzünde ki damla damla terleri etrafa ve bilhassa daha ii duyabilmek icin en öne geçmiş yaşlari bi hayli geçkin çinli çiftin yüzüne saçarak konuşmasını sürdürüyor ;
' bu altında durduğumuz ağaç bu gezegene adapte olup varlığını koruyabilen nadir bir türdür. Yaprakları bir ozontabakasi gibi işlev..
Görür ve bu ultra viyole ışınları yapraklarının altına geçirmez ...' Kalabalığın onu şevkle dinlediğini sanan rehber konuşmasına heyecanla devam ediyor 'uzmanlar bunun odunsu boruların topraktaki keratini sentezleyip yaprağa besin olarak vermesinden kaynaklandığını söylüyor' grupta onu dinleyen yalnızca çinli çift var gibi görünüyor ama adam bunu bir türlü anlamak istemiyor . Boğazını kaplayip onu bogacakmis gibi Görünen terlere rağmen devam ettiriyor konuşmasını ... O bir sürü ıvır zivirdan daha bahsederken ben sevdiğimin etrafta dolaşan kara bakışlarında sabitliyorum bakışlarımı , sonunda gözleri benimkileri bulduğunda ses tellerimi işe davet ediyorum , dudagimi büzüp ' dünya da buz gibi kış dururken bu cehennemde ne işimiz var ?' Diye suruyorum , gülümseyerek bütün dengemi alt üst ediyor 'sonunda milletin Dır dırındn kurtulduk işte fena mı ' dediğinde kelimeleri yakalamakta güçlük cekiyorum , zorla gulumseyip dudaklarımin arasından anlamli bir kaç ses çıkarmayı basariyorum 'haklisin'
Yazar:alice
KARA GÖZLÜM
KARA
GÖZLÜM
YAZAR:_önemiyok
(sevde aydın)
(sevde aydın)
Ahh...
Kara
gözlüm beni niye terk ettin?
Sevdiğim
mi yetmedi yoksa söylemedin
Bir
kerecik olsun asma ne olur o gül yüzünü.
Sitem
etme, söyletme…
Kaç
gece ağladım sesimi duy diye.
Gözlerimden
akan yaşlar sen silesin diye..
Bu
yürek dayanır mı sandın bu kadar acıya?
Ne
olur elleme, şu yalan gönlüme..
Ne
olur gülme, şu garip halime..
Yoksa
buradan yalan bir diyarda
Sevdiğin
var da beni oyalarsın
Kurbanın
olam dökülmesin dudaklarından
Ne
olur söyleme, sakın söyleme..
Ne
olur söyleme, beni öldürme…
Yattığım
yerden gözlerimi açtım sonunda. Şarkıyı artık kim dinliyorsa bu beşinci
olacaktı.
Kızgın
mıydım? Hayır, yalnızca şarkının o aşırı hüzün dolu havası yüreğimi burkmuştu.
Doğrulup
tepeden aşağıyı dikkatle süzdüm.
Sağ
çaprazımda siyah eşarplı buğday benizli bir kız oturuyordu.
Kollarını
bacaklarına dolamış kararmaya meyletmiş gökyüzüne bakıyordu.
Etrafta
kimsecikler yok sayılırdı. Altımızda uzanan çimler bile o parlak renklerini
yitirmiş gibiydiler.
Bu
saatte Alaeddin’de hangi kız böyle otururdu ki?
Biraz
ötede karmaşasının sesi kulaklarımı zedeleyen trafik bile bugün susmuş gibiydi.
İnsanların
nereye kaybolduğunu düşünürken camilerin minarelerinden gelen ezanın
okunacağını işaret eden o cızırtılı ses duyuldu.
Doğru
ya…
Bu
gün ilk orucumuzu açacaktık.
Ezan
okunmaya başlamadan kızın dinlediği ve bana da dinlettiği şarkı da sustu.
İşte
o an anladım kızın buna aşina olduğunu.
Oturuşunu
düzeltip ezanın okunmasını bekledi.
Ben
de bekledim.
Hacıveyiszade’nin
müezzini insanı kendinden geçiren makamlı sesiyle insanları namaza ve iftara
davet etti.
Perşembe
akşamının hatırına bir başkaydı bu kez ezan…
Konya
semaları Ramazanın ilk gününü böyle karşılıyordu işte…
Siyah
eşarplı kız çantasından çıkardığı suyla orucunu açarken kendimi unuttuğumu fark
ettim.
Yanı
başımda duran azığımı önüme aldığımda onun aksine orucumu hurma ile açtım.
Ben
önümdeki ekmek arasından lokma lokma mideme gönderirken
Büyük
bir merakla izlediğim kız muhtemelen Kültür parkın yanındaki köfteciden aldığı
köfte ekmeğini iştahla yiyordu.
Buna
rağmen yemek faslı benden sonra bitti.
Susmuş
şehir yavaş yavaş yeniden uyanırken orada çakılıp kalmış kızı izliyordum.
Neden
sonra altındaki sergiyi düzeltip ayağa kalktı.
Gözlerini
en sonunda başıyla beraber kaldırdığında bir anlığına birbirine değdi
gözlerimiz.
Aynı
anda yere inerken bakışları ben de ayaklandım.
Anlamıştım
namaz kılacağını. Yan bir bakış atıp kıblenin ne taraf olduğunu öğrenmeye
çalıştım.
Abdestli
olduğuma da bir yandan şükrediyordum tabi ki..
Benden
tarafa dönmüştü.
Tekbir
getirip namaza durdum.
Yanlış
yaptığım için kendimden utansam da bu hayatım boyunca en hızlı kıldığım akşam
namazı olmuştu.
Selam
verir vermez arkama dönmeme rağmen onu göremedim.
Bir
hayal gibi kaybolmuştu.
Ayağa
kalkıp saatlerce oturduğu ağacın altına gittim.
Çimler
dimdik duruyordu beni yalanlarcasına..
Elim
kısa saçlarıma oradan da enseme gitti.
Bir
rüya görmüştüm besbelli…
Ya
da beynimin kurguladığı güzel bir hayaldi hepsi.
Siyah
eşarplı güzel kızın gerçek olmasını dilesem de değildi işte..
Karanlık
ağaçların arasından tepeden aşağı bir seyir tutturdum.
Şehir
bağırıyordu gitme vakti diye…
Geriye
dönüş vaktiydi.
25 Aralık 2012 Salı
^^ MERHABA ^^
Facebook'ta başlattığımız yayın hayatımız bize yetmedi ve daha fazla internet kullanıcısının ulaşacağı kendimize ait bir blog yapmak istedik.
Bizi; http://www.facebook.com/ucukkacikhikayeler adresinden de takip edebilirsiniz.
Yazdığımız ufak ya da oldukça ufak olmayan hikayeleri biz dizi gibi bölüm halinde burada yayınlayacağız :)
Bizi; http://www.facebook.com/ucukkacikhikayeler adresinden de takip edebilirsiniz.
Yazdığımız ufak ya da oldukça ufak olmayan hikayeleri biz dizi gibi bölüm halinde burada yayınlayacağız :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)